Editörün notu: Gecikmiş bir anneler günü yazısı bu, ancak sanırım anneler, tüm kusurlarımızda olduğu gibi, bunu da affeder! Anneler gününüz kutlu olsun!
Annem, muhteşem idi. Herkesin annesi öyledir ama benim annem gerçekten bir başka idi!
Annem İstanbul Boğazı ile Karadenizin birleştiği Beykoz Anadolu Feneri’nde doğmuş ve büyümüş. Sonra yine Anadolu Fenerli ve öğretmen olan babamla evlenip, boğazın karşı kıyısına, Garipçe Köyüne gelin gitmiş. Yedi yıl kaldıkları bu köyde annem üç çocuğunu dünyaya getirmiş. Sonra Demirciköy ondokuz yıl da orası. Zorluklarla dolu bir yaşam.
Bugün annemin yaşamdaki zorlukların üzerinden nasıl geldiğini, olmazı nasıl olur yaptığını ya da benim nasıl sırdaşım, arkadaşım oluşunu, babamla 38 yıllık evlilikleri boyunca aşklarının azalmayıp, arttığını sizlerle paylaşmayacağım. Onları başka makalelere saklıyorum. Gözümde asıl annemi büyüten bir özelliğinden bahsedeceğim. Ne kadar insandı…
Annemin 3.8.2003 gecesi bizden Hizmet Hastanesi’nde ayrıldığı dakikalarda babamla onun ne kadar muhteşem bir insan oldugunu konuşuyorduk. Ve babamla birbirimizle hiç konuşmadan geçirdiğimiz o üç dört günlük süreci onun dünyadaki son dakikalarında ve ayrıldığı anlarda nasıl bir insan oldugunu birbirimize anımsatarak bozmamız nasıl bir tesadüf acaba?
Annem geçen yıl Mayıs ayında Validebağ Ögretmenler Hastanesinde yatarken, o sıralar ben de Ankara’da çalışıyordum ve Cuma akşamları İstanbul’a gelip, Pazartesi sabahı Ankara’da oluyordum. Cumartesi sabahı Üsküdardaki evimizden, çok yakın olan bu hastaneye saat sekiz olmadan gittim. Babam yoktu. Annem babamı Anadolu Fenerindeki evimize yollamış . Annemi tanımamış olsam babama çok kızardım “sen hasta karını bırak sabahın altısında Fener’e git. ” Annem ince düşünen bir insan olduğundan bana “Gül, bahçeye baban bir sürü fidan ekmişti. Kaç gündür benimle burada. Biz iyi olacagız diye zavallı fidanlar susuzluktan kuruyup, ölsünler mi?” Mart başlarında bir arkadaşım Doğan Cüceloğlu’nun “Canın küçüğü büyüğü olur mu? “ başlıklı yazısını e-posta ile göndermiş ve o yazıyı okudugumda “işte bu” dedim. Canın küçüğü büyüğü olmuyor ve insan kendi canının önüne başka canlarıda koyabiliyor.
Annem insanların hatalarının yüzlerine vurulmasına çok kızardı. İnsanları üzmeye, kırmaya dayanamazdı. Bize “yaptığınız iylik , ürküttüğünüz kurbaya değmeli” derdi. İnsanlara güzel sözler söylemeyi sever ancak kimsenin önünde eğilmezdi.
Ne kadar şanslıydık ki senin gibi bir annemiz vardı ve bizlere kendimiz kadar başkalarınıda düşünmemiz gerektiğini, birileri hakkında bir yargıya varırken kendimizi onların yerine koyarak karar vermemiz gerektiğini , nasıl insan gibi insan olunacağını gösterdin.
Gülseren Hanım, seni çok özledim.
Gül Sevinç