Ülkemizde olumlu ya da olumsuz yönde değişikliklerin yaşanması için genellikle bir zorlayıcı unsurun ortaya çıkması gerekmektedir. Sektörlerde “kısa – orta – uzun vadeli” kavramları kademeli olarak bir geriye kaydığından uzun vadeden neredeyse 2 –3 yılı anlar olduk. Zaman kavramındaki bu daralmayla, günümüzü kurtarır bir çalışma düzeninde buluyoruz kendimizi. Bu durumda ileride oluşabilecek piyasa koşullarını dikkate alarak hazırlıklar yapan ve buna kaynak ayıran firmalara git gide daha az rastlanır oldu.
Örnek vermek gerekirse standart bir yüksek enflasyonda (% 7 aylık olarak düşünelim) zaten her ay mallara yüksek miktarda zam geldiğinden hammadde stok miktarları, inbound (tedarik) lojistiğindeki gizli maliyetler (hidden cost) çok dikkat çekmez. Aylık enflasyon üzerine eklenen ekstra maliyetlerle tüm gizli maliyetler karşılanmış olmaktadır.Enflasyonun birden düştüğünü varsayalım. Artık maliyetlerimizi gizleyecek bir mekanizma kalmayacaktır. Bu durumda daha verimli çalışan firmalar ve faaliyet karları ön plana çıkmaktadır. Diğer firmalar da apar topar aldıkları kararlarla proseslerini gözden geçirmeye başlamaktadırlar.
Tam tersini düşünelim. Firma tüm lojistik aktivitelerini öz kaynakları ile sağlıyor. Kontrol tamamen firmada olduğundan herkes mutlu görünüyor. Her firma ihtiyacının pik noktası kadar altyapı oluşturmaktadır.Öncelikle, bu yüzden lojistik alt yapısı hiçbir zaman % 100 kullanılamayacaktır. Ancak senenin birkaç ayı, pazarın yüksek dönemlerinde, bu kapasite kullanımı üst seviyelere çıkacaktır. Senenin çok büyük bölümünde ise deposunun bir kısmı boş duracaktır. Elleçleme ekipmanları düşük kapasitelerde çalışacaktır. Bu verimsizlik birim maliyetlerin olması gerekenin üzerinde görünmesine neden olacaktır. Böyle bir ortamda enflasyonun üç basamaklara tırmandığını, talebin daraldığını, müşterilerin alım gücünün düştüğünü düşünelim. Firma elinde tüm lojistik altyapısı ile (forkliftler, depolar, çalışanlar, dağıtım araçları vb) krize yakalanmaktadır. Bu gibi durumlarda firmanın yöneticileri ya da patronları da çıkış yolları arama eğilimine girerler. Eğer firmalar lojistik aktivitelerini ihtiyacını karşılayacak kadar ve kurallarının kendi ihtiyaçlarına göre belirlendiği bir anlaşma ile uzman bir kuruluşa zamanında devretmiş olsaydı, sadece anlaşmayı bozmanın penaltısı ile karşılaşacaktı ki bunun gerçekleşmemesi için de taraflar formüller yaratmaktadırlar.
Piyasa koşullarındaki ani değişiklikler; lojistik kavramının ne kadar önemli olduğunun anlaşılması açısından en çarpıcı, aynı zamanda en pahalı ders olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu değişiklikten sonra, piyasa eskiye dönüş ya da geldiği noktada tutunma eğilimi gösterirse yani bir şekilde dengeyi yakalarsa, sanki sorunlar hiç yaşanmamış gibi dondurulmakta, başlatılan lojistik projeler rafa kaldırılmaktadır. Ta ki yeni bir krize kadar.
Gürcan Çelik