TÜRKİYE EKONOMİSİNİN YÖNÜ
Son yıllarda ekonomi deyince akla ilk gelen şey borsa oluyor. Kiminin ne olduğunu bilmediği, kiminin bildiğini zannettiği, bazılarının gerçekten bildiği bir yatırım aracı. İlk önce borsa ve Türkiye borsası hakkında genel birkaç şey söyleyip ardından şu an içinde bulunduğumuz ekonomik durumu değerlendirmek istiyorum. Borsa, şirketlerin uzun vadeli kaynak ihtiyacını karşılamak için başvurdukları bir sermaye piyasası aracıdır. Organize olmuş bir pazardır. Kaynak ihtiyacı olan şirket sahipleri, ellerindeki hisselerin belli bir kısmını talep edenlerin alacağı uygun bir fiyattan arz etmek suretiyle fon ihtiyaçlarını karşılarlar. Hisse senedi alanlar da kendi stratejilerine uygun olarak satışa geçerler, alışa geçerler veya pozisyonlarını korurlar. Bu işlemleri yaparken at yarışı oynar gibi yapmazlar. Kişilerin ve kurumların işlemlerini şekillendirecek birkaç temel faktör vardır. Kişisel ihtiyaçlar, ülkenin ekonomik durumu, şirketin ekonomik durumu, siyasi gelişmeler. Birinci faktör kişisel ihtiyaçlardır. Borsaya yatırım yapmış bir kişi veya şirket kaynağa ihtiyaç duyarsa ve bu ihtiyacı krediyle karşılamanın riskli olduğunu düşünürse diğer faktörlere aldırış etmeden satışa geçebilir. Veya elinde belli bir süre için boşa çıkmış parası olan kişiler bunu borsada değerlendirmek için alışa geçebilirler ve daha sonra diğer faktörlere göre pozisyon değiştirirler. İkinci faktör ülkenin ekonomik durumudur. Özellikle yabancı yatırımcılar açısından ülkenin taşıdığı risk çok önemlidir. Ülkenin ihracat ithalat dengesi, milli gelir seviyesi, büyüme hızı, devletin borçlandığı faiz seviyesi içinde bulunulan durum hakkında yatırımcıya yol gösterir. Üçüncü faktör şirketin ekonomik durumudur. Açıklanan bilançolar, genel kurul kararları , yönetim kurulu kararları şirketin o anki durumu ve geleceği hakkında bilgi verir. Aynı zamanda şirketin faaliyet gösterdiği sektörün içinde bulunduğu ekonomik durum da önemlidir. Sektörün durumu o an için şirketin ekonomik durumunu etkilemese bile daha sonra doğrudan veya dolaylı olarak etkileyebilir. Bir başka faktör siyasi gelişmelerdir. Bu faktör Türkiye’de çok fazla etkili olmaktadır. Hatta şunu rahatlıkla diyebilirim ki bu faktörün Türkiye kadar etkili olduğu başka bir ülke yoktur.
Bence siyasi gelişmelerin Türkiye ekonomisinde ve borsasında bu kadar etkili olmasının nedenlerinden en önemlisi Türk insanının kolay yoldan para kazanma hırsıdır. Kolay yoldan para kazanmak isteyen bir grup insan için olay şu boyuttadır. Eğer paran yoksa ve para kazanmak istiyorsan at yarışı oynayacaksın, eğer paran varsa ve para kazanmak istiyorsan borsa oynayacaksın. Zaten borsaya yatırım yapmayı “borsa oynamak” tabiriyle ifade eden insanlardan başka bir şey beklenmez. Bir de insanların böyle davranması için çaba sarf eden gazete ve dergilerde çok fazlalaştı. Artık olay o kadar basite indirgendi ki haftalık ve günlük portföy önerileri sunulmaya başlandı. Yani bu günün en çok kazandıracak hisseleri bunlar demek istiyorlar tıpkı yarış gazetelerinin bu koşuda bu at, şu koşuda şu at gelecek demesi gibi. Hatta geçenlerde gördüğüm bir İnternet sitesi ” Bu günün en çok kazandıracak hisseleri hangileri?” sorusuyla bahis oynatmaya başlamış. Aslında her işte olduğu gibi bu iş de arz ve talebe dayanıyor yani öyle duyumlar, tiyolar! almak isteyenler oldukça bunu yapan gazete ve dergiler de olacaktır.
Şu an İstanbul Menkul Kıymetler Borsası haksız kazanç elde etmek isteyenlerin ilk aklına gelen yerlerden biri olmuştur. Siyasi spekülasyonlara dayalı hareketler ve krizin derinleşerek devam etmesi yabancı yatırımcıyı kaçırmıştır, küçük yatırımcıyı da küstürmüştür. Piyasa daralmış işlem hacmi oldukça düşmüştür. Piyasada büyük yerli bireysel yatırımcılar , kurumsal yatırımcılar ve parası iyice zarar etmiş küçük yatırımcılar kalmıştır. Zaten bunlardan üçüncü grup parası için “unuttum” deyip işlem yapmayı ve yeni tasarruflarını buraya aktarmayı kesmiştir.
Geçen ay ki yazımı okuyanlar hatırlayacaklardır, doların dokuz aydır reel olarak gerilemesinin ufak bir belirsizlik ortamında kötü sonuçlar doğurabileceğini, kontrollü bir şekilde yükselmesinin ekonomi için olumlu olacağını söylemiştim. Ama bunu söylerken enflasyon ve faiz arasındaki makasın küçülmesi şartıyla olacağını belirtmiştim. Dolar yükseldi, belki de rekabet gücümüzü çok kuvvetlendirecek bir seviyeye ulaştı fakat yüzde birin altında açıklanan enflasyon rakamlarına karşın faizler on beş yirmi puan daha yukarı sıçradı. Yani makas biraz daha açıldı. Reel faiz geliri yüzde yirmi beşlere çıktı. Zaten halk arasında devam eden kriz mali piyasaları tekrar etkisi altına aldı. Sadece enflasyon düşüyor diye sevinenler bugünlerde kara kara düşünmeye başladı. Bu tahminimi üzülerek yapıyorum siyasi istikrar sağlanamazsa kasım ve şubat krizlerine benzer bir krize gebeyiz. Zaten iki bankanın birleşeceğinin açıklandığı gün Türkiye’nin en büyük özel bankası ortaya çıkacak olmasına rağmen , o bankanın zorda olduğu yorumlarıyla hisse senetlerinin taban yapması ve birkaç gün sonra da devletin bu bankalardan birine el koyması , diğerinin de yönetim kurulundaki en büyük hissedarını görevden alması krizin boyutlarını gözler önüne seriyor.
Siyasi istikrar sağlanır ve seçime kadar devam ederse faizlerde kontrollü bir düşüş , döviz piyasasında küçük çaplı bir düzeltme hareketinden sonra kontrollü bir yükseliş yaşanabilir. Ama ne kadar siyasi istikrar sağlanırsa sağlansın yabancı yatırımcının Türkiye piyasalarına yatırım yapmak için seçim sonrasını bekleyeceğini tahmin ediyorum. Bence küçük yatırımcı hem reel sektöre hem de borsaya yatırım yapmak için yabancı yatırımcıyı dolayısıyla seçim sonrasını beklemelidir. Şimdilik diğer yatırım araçları arasında tercih yapılabilir.
ENFLASYON FARKINDA OLMADAN DAHA PAHALI SEMTTE OTURMANIZI SAĞLAR (TAŞINMADIĞINIZ HALDE)
Enflasyonu neye benzetiyorsun diye bir soruyla karşılaşsam cevabım sigara olur ve arkasından şöyle bir açıklama yaparım. Enflasyon ekonomiler için, sigara ise insanlar için etkisini yavaş yavaş gösteren bir zehirdir. Sigara içen insan, elindeki bıçağı yavaş yavaş kalbine saplayan insandan farksızdır. Yirmili yaşlarda sigaraya başlayan bir kişi ellili yaşlarında bıçağın üç dört santimlik kısmını kalbine saplamış olur ve büyük ihtimalle sigaraya bağlı hastalıklardan yakasını kurtaramaz. Enflasyon da aynı etkiyi ekonomiler üzerinde gösterir ve sigaradaki gibi otuz yıllık bir periyodu kapsarsa o ülkeyi ölüm döşeğine düşürür. Sigaranın etkileri spor yaparak veya sağlıklı beslenilerek azaltılabilir ama otuz yıl gibi uzun bir süre zarfını kapsarsa sonuç pek değişmez. Sigaraya bağlı bir hastalığın ilacı kullanıldığında iyileşme görülebilir ama sürekli bir iyileşme için tedaviyle beraber sigaranın da bırakılması gerekir. Enflasyonun da ilacı kullanıldığında iyileşme görülür ama tedavinin başarılı olması için enflasyonun ve enflasyona bağlı göstergelerin düşürülmesi gerekir.
Enflasyona bağlı göstergeler birkaç tane olsa da bunların en önemlisi ve en belirgini faizler genel seviyesidir. Hatta enflasyon ve faizler genel seviyesi için tek yumurta ikizleri diyebiliriz. Biri olmadan diğeri olmaz. Enflasyon faizi, faiz de enflasyonu doğurur. Tavuk mu yumurtadan çıktı yoksa yumurta mı tavuktan çıktı paradoksu enflasyonla faiz arasında aynı şekilde kendini göstermektedir. Bir ülke düşünsek ve bu ülkede kanunlarla bütün mal ve hizmet üreticilerinin zam yapmasını engellesek acaba o ülkedeki insanlar birbirlerine borç para verirken faiz talep ederler mi, bankalar kredilerini faizsiz verirler mi? Veya tersi bir durum yaratsak , faizi kanunlarla yasaklasak ve hem bankaların hem insanların faizle borç vermesini engellesek acaba üreticiler ürettikleri mallara ve hizmetlere seneler itibariyle hiç zam yapmadan durabilirler mi? Böyle bir ortamı oluşturamayacağımız, oluştursak bile sağlıklı bir şekilde denetleyemeyeceğimiz için sonucun ne olacağını bilemiyoruz ama şunu biliyoruz ki bir ülkede enflasyon azsa faizler de azdır ve enflasyonun yüksek olduğu ülkede faizler de yüksektir. Herhangi bir ülkenin ekonomisi hakkında hiçbir bilgiye sahip olmasak bile , faiz seviyesine bakarak enflasyonunu tahmin edebiliriz veya tam tersini yapabiliriz.
Enflasyonun ve faizin tedavisi için bir çok yöntem geliştirilmiştir ve bence geliştirilmeye devam edecektir.Tedavi yolları ne kadar çok olursa olsun hepsini ortak noktası bu işin üstesinden gelecek parayı bulmaktır (Ülkemizde parayı sadece İMF’ ten bulabiliriz gibi bir hava estirilmeye çalışılsa da çoğumuz bunun böyle olmadığını biliyoruz). Klasik yöntemler diyebileceğimiz dört beş tane yöntem sayesinde bir çok ülke enflasyonu yenmiştir. Mesela üretimimizi arttırarak bu malların bir kısmını ihraç etsek ve bir kısmını da ithal ettiğimiz malların yerine kullansak, ithalat ihracat dengemizi pozitife çevirmiş oluruz ve ihtiyacımız olan parayı faiz ödemeden bulmuş oluruz. Başka bir yöntem de ülkemizi yatırım yapmak için cazip hale getirmektir. Bu sayede yabancı yatırımcılar ülkeye çekilmiş olur ve riske girmeden hem işsizlik azaltılmış hemde üretim arttırılmış olur. Polonya bu konuda güzel bir örnektir.
2001 yılında ülkemize yediyüz milyon dolarlık yabancı sermaye girdiği halde bizden çok daha küçük Polonya’ya sekiz milyar dolarlık yatırım yapılmıştır. Paraya ulaşmanın bir başka yolu da ülkenin bilinen doğal kaynaklarını en etkin şekilde kullanılması ve yeni kaynak arayışlarının sağlıklı bir şekilde yürütülmesidir. Orta doğu ülkelerinin petrolden kazandıkları paranın yüz milyar dolarlarla ifade edildiğini biliyoruz. Başka bir yöntem de özelleştirmedir. Komşumuz Bulgaristan komünizmden çıkalı on yıl olmasına rağmen özelleştirmelerini tamamlamış ve bu sayede enflasyonlarını düşürmüşlerdir.
Türkiye ekonomisi enflasyonun ve beraberinde yüksek faizli bir borç sarmalının içine düşmüştür. Yirmi beş otuz yıldır devam eden yüksek enflasyon sayesinde akciğer kanseri olmuş, ölümü bekleyen bir hasta gibidir. Tedavi için verilen otuz milyar doları iki yılda dış borcumuza ekledik, yetmiyormuş gibi iç borcumuzu da develüasyon yaptığımız halde bir o kadar arttırdık. İMF’in verdiği krediler için “bu son şansımız” edebiyatı yapıp kamu ve özel bankaların açıklarını kapatmak için kullandık. Sonuç malum çözüm için çok uzaklara gitmeye, Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Ülkemiz orjinal fikirler için çok müsait olsa da, yukarda ki üç dört yöntem sayesinde bu işin üstesinden çok rahat gelebiliriz. Yeter ki kendi kendimize yetebileceğimize ve bu işi başarabileceğimize inanalım tıpkı kurtuluş savaşında yaptığımız gibi, tıpkı dünya kupasında yaptığımız gibi.
Ali Fuat Öksüz
(Yazar hakkında: 1979 İstanbul doğumlu. Lise öğrenimini Kartal Anadolu İHL.’de İstanbul’da tamamladıktan sonra, Bursa Uludağ İşletme’yi geçtiğimiz sene bitirip askere gitti. Üniversite yıllarında reklamcılık ve promosyon sektöründe değişik firmalarda çalışmalar yaptı. Şu an Mardin’de vatani görevine devam ediyor.)